Mal satım sözleşmelerinde gerek milletlerarası nitelik taşıyan gerekse ülke içinde mesafe barındıran satımlarda, satılan mallar çoğunlukla uzun mesafelerin katledilmesiyle alıcıya ulaşır ve bu nedenle hasar riskinin, hangi aşamada kimde olacağı sorunu özel bir önem taşır. Bu sebeple mal satım sözleşmelerinin uluslararası bir düzenlemeye bağlı kalarak yapılması ve sözleşme taraflarının herhangi bir problem doğması durumunda yapılan sözleşmede hangi düzenlemenin esas alındığını bilmesi oldukça önemlidir. Burada iki düzenleme mevcuttur. Bunlardan ilki geçmişten günümüze yenilenerek güncelliğini kaybetmemesi sağlanan Incoterms klozları, bir diğeri ise 1980 yılında düzenlenmiş olan Uluslararası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG)’dır. 11/04/1980 tarihli Milletlerarası Menkul Mal Satışları Hakkında Birleşmiş Milletler (Viyana) Sözleşmesi, 2/4/2009 tarihli ve 5870 sayılı Kanunla uygun bulunmuş ve 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 11/3/2010 tarihinde bu sözleşmeye Türkiye’nin katılması kararlaştırılmıştır (RG,7.4. 2010 T, S. 27545).
Incoterms klozları hâlihazırda kullanılmakla birlikte, Viyana sözleşmesi daha geniş kapsamlı olmasından ve birçok ülkenin bu sözleşmeye üye olmasından kaynaklı gerek milletlerarası yapılan satım sözleşmelerinde gerekse Türkiye içinde yapılan mesafeli sözleşmelerde hasarla birlikte riskin geçişi ile ilgili çıkan problemlerde bu sözleşme hükümleri kullanılmaya başlanmıştır. (Türkiye sınırları içerisinde yapılan sözleşmelerde burada yazılı hükümlerden sadece faydalanılmaktadır.) Bu sebeple riskin geçişi konusu bu sözleşme kapsamında ele alınacaktır. İlgili sözleşme de hasarın geçişi 5 madde de incelenmiştir. Bunlar 66-70 madde aralığındaki hükümlerdir. İlgili hükümlerde; hasarın alıcıya geçtikten sonraki durumu, riskin el değiştirdiği anın belirlenmesini ve satıcının teslimat ile ilgili hükümlere ilişkin sözleşmeyi ihlali halinde sonuçlarının ne olacağı aktarılmıştır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki genel kural; malları ya da vesaikleri teslim etmek yükümlülüğünü yerine getirmiş olan satıcının zarar veya ziyan riskini taşımaktan kurtulacağı yönündedir.
Riskin alıcıya geçtiğinin ispatı hususu da müvekkillerimiz için önem arz etmektedir. Ancak sözleşmenin IV. Bölümünde incelenmemiştir; Bu sebeple doktrin görüşlerine yer verilecektir. SCHLECHTRIEM ve FERRARI’ ye göre, ana doktrin; ispat mecburiyeti ile ilgili olarak, Roma hukukunda yer alan bir maddeye benzer bir kuralı savunmaktadır, Roma hukukunda yer alan “ei incumbit probation, qui dicit non qui negat’ maddesi temel olarak; “taraflar taleplerini dayandırdıkları ve kendi lehlerine olan yasal hükmün tüm gerçek yönlerini ispat etmek mecburiyetindedir” anlamına gelmektedir. (…für die tatsächlichen Voraussetzungen beweispflichtig ist, die für sie günstig sind). Bu iki durumu birbirinden ayırmak gerekir: ilk olarak, malların riskin geçişi sırasında istenilen şartlara uygun olduğu hususunun ispat edilmesi mecburiyeti, ikincisi ise; riskin karşı tarafa geçtiği o anın gerçekten yaşanıp yaşanmadığı hususunun ispat edilmesi mecburiyeti.
Hasarın hangi aşamada meydana geldiğinin ispatı şüphesiz her olayın niteliğine göre değişiklik gösterecektir. Örneğin, alıcının hasarlı malları teslim aldığını iddia ettiği davalarda, hasarın satıcıdan alıcıya geçmeden önce oluşmuş olduğunu ispat etme yükümlülüğü alıcıya aittir. Bu durum Alman mahkemesinde görülen bir davada açık bir şekilde izah edilmiştir. Davada Fransız alıcı, satıcıdan aldığı etin fark edilemez bir şekilde çürüdüğünü ve bu sebeple müşterileri tarafından iade edildiğini iddia ederek dava açmış, mahkeme ise malların riskin geçişi sırasında bozuk olup olmadığının ispatının davacı alıcı tarafından yapılması gerektiği yönünde karar vermiştir.
İspata ilişkin diğer bir durum ise, alıcının nakliye halindeki malları reddetmesi ve Viyana Sözleşmesi madde 39 uyarınca alıcının, satıcıya malların sözleşme şartlarına uygun olmadığını bildirdiği durumda, ispat mecburiyetinin kime ait olacağı konusudur. Bu tür uyuşmazlıklarda malların riskin geçtiği an itibariyle sözleşmeye uygun olduğu hususunu ispat yükümlülüğü satıcıya aittir. Bu duruma ilişkin bir örnek Finlandiya’da görülen bir davada yaşanmış olup, mahkeme sözleşmeye uygunluk konusundaki ispat yükümlülüğünün satıcıya ait olduğunu belirtmiştir. İlgili davada fenol/karbolik asit, Kotka (Finlandiya)’dan Antwerp (Belçika)’ya taşınmış olup mahkeme; ispat mecburiyetinin, yükleme sırasında yükleme yapan boruların arızalı olmadığının ispat edilmesi sorumluluğunu da kapsadığını belirtti. Satıcı boruların arızalı olmadığına dair doğrudan bir kanıt sunamadığı için risk geçişi sırasında zaten malların bozuk olduğu mahkeme tarafından kabul edilmiştir.
Kaynakça
- X, UNCITRAL Digest of case law on the United Nations Convention on Contracts for the International Sale of Goods, New York, United Nations, 2012, 315.
- Appelationshof Bern (Switzerland) 11 February 2004, Wire and Cable case, http://cisgw3.law.pace.edu/cases/040211s1.html
—– Daha fazla bilgi ve sorularınız için: —–
Av. Dr. Esra Hansu – [email protected]
tr.hansu.av.tr | +90 216 464 12 12
© Hansu Avukatlık Ortaklığı
Hansu Avukatlık Ortaklığı, yerli ve uluslararası müvekkillerine özellikle gayrimenkul, şirketler, vergi, enerji ve fikri mülkiyet hukuku alanında hizmet veren bir avukatlık ortaklığıdır. Bu makale Türkiye’de hukuk alanındaki gelişmeleri paylaşmak amacıyla hazırlanmıştır. Hukuki bir görüş veya yönlendirme olarak düşünülmemelidir. Özel sorular ve sorunlar bakımından hukuki danışman görüşü alınmalıdır.